31 Ekim 2011 Pazartesi

~ Aşk ~

Gül dağıtan saçların
Duman sarar etrafın
Bırakıp da giden ellerin
Yatıp da uzanan dizlerin

Gül saçan dillerin
Name olmuş bestelerin
Sarılıp da kaçan sözlerin
Dalıp da uçan gözlerin

Aşk, adından başkasını yazmaksa
Adından başkasını yaşamaktır.

31.10.2011

28 Ekim 2011 Cuma

Umut


Filmi izlemeye başlamadan önce belli aralıklarla ilerletip baktığımda sıkıcı bir film gibi gelmişti. Tanıdık oyuncuların olması izlemek adına etkisi büyüktü.  Zeynep Tokuş, Zafer Algöz, Selim Erdoğan, Fikret Hakan, Seda Bakan.

Adından da çağrışıldığı üzere bir yerde bir umudun olması beklenmekteydi ama “Umut” küçük oyuncunun adıydı filmde. Umudun ne kendine umudu vardı ne de ailesine. Evet, evlatları olarak onların umuduydu zaten ama Umut, başka bir aileye umut olmayı öğretti. Belki de bu sayede fedakârlığı da öğretti, Baba Yılmaz. Belki de vurgu şuydu; bir şeylerden umut beklemek için bazı şeylerden fedakârlık etmek gerektiği. Evet evet kesinlikle buydu, sahip olduğunuz şeylerden fedakârlık etmekti. Kimisi parasından edecek kimisi canından edecekti.

Baba Yılmaz canını feda etti evladı için ve “senden senin için vazgeçiyorum” dedi evladına gözleri yaşlı. Ayrılık vakti gelmişti, adımlar geri geri gitmek istese de umut için bir şeylerden vermek gerekiyordu. Yılmaz, canıyla birlikte Umudunu da verdi umut bekleyenlere. Umut her şeyden habersiz “babaaa” diye ağlıyor.

Umut için ağlamak yetmiyormuş meğer…




28.10.2011 

27 Ekim 2011 Perşembe

Ölüm


Ölüm, ensemde gibi geliyor bazen, öyle de değil mi zaten? Kim biliyor ki şuandan az ötesini, kim görebiliyor ki geleceği? Her yarının bir ayrılık olduğu gerçeğini unutarak, söz veriyoruz hayata dair.

Ölüm de zor olan, bu renkli dünyadan gitmek değildir bence, arkanda bırakacakların varsa eğer onları derinden üzmektir ve üzüleceklerini bilmektir. Hangi (para, ev, araba, yat, gökyüzü, güneş, ay, ağaç, hayvan) ağlayacaktır senin arkandan bir insanın gözyaşı kadar?

 Zor olan bu bence, arkada gözyaşı bırakmak. Kim ister ki ana-babasının, evladının, kardeşinin, dostunun, arkadaşının gözünde onun sebebiyle gözyaşı görmeyi? Kim ister ki yürekleri yanık bırakmayı, uykuları harap etmeyi, göz pınarlarını kurutmayı… ?

Ölüm bundan zor gelir bana. Yoksa ne yeşil yeryüzü ne de mavi gökyüzü aşktır bana. Harikalar diyarı da olsa dünya bir ruh bir bedeniz burada. Ola ki er giderse bu bedenim, çok ağlayıp üzmeyin beni.

Aslında hep görmek istemişimdir, ben gittiğimde arkamdan üzülenleri, ağlayanları. Hep merak etmişimdir kaç kişiyi üzebilecek kadar yer ettiğimi. Söylediklerimle biraz çelişiyor biliyorum ama merak ediyorum işte.

 27.10.2011

25 Ekim 2011 Salı

O Kadın

Tek bir hedef gösterse de o kadın diye, aslında ortada bir de adam var o kadınların kahramanı. Üç kadın ve bir adamın gözyaşları var burada. Başrollerinde Erol Günaydın, Selin Demiratar, Tardu Flordun, Burak Hakkı, Nefise Karatay, Kamil Güler gibi özel isimler var. Güzelliğine doyum olmayan Nefise Hanım’ın payı büyük bu filmi izlememde.
Aşk’ı anlatıyor ya da kavuşamamayı anlatıyor desem anlarsınız herhalde gözyaşlarının sebeplerini. Bir de filmi Sezen Aksu klibi gibi sunmuşlar ki duygulanmamak elde değil. Filmin tamamı neredeyse bu canlandırmalarla dolu, yani yaşarken yazılan bir kitap, “o kadın”.

Filmin sıkıcı yanı canlandırmaların ya da yaşamaların uzun sürüyor olması bence, Nefise Hanım’ı görme olasılığınızı düşürüyor bu sahneler. Şamata bir yana ama sahnelerin uzun sürmesi bıkıtıyor bazen. Tek olumlu kılan sahnelerin çok güzel ve sanatsal çekilmiş olması. Oradaki incelikleri görmek adına izlenebilir diyorum. Sırf sanatçılık adına izlenebilir.

Filmden alıntılar:
-               “Acını seçmekte özgürsün”
-              “Kelimeler en başarılı oldukları zaman da bile aciz kalan sembollerdir. Soruya gerek yok cevaba da, dil yetmez anlatmaya”





25.10.2011



24 Ekim 2011 Pazartesi

~ Hayat ~


Anlatılmaz ki bu hayat yaşanır.
Sığmaz ki kalıba dağılır.
Neylersen neyle bu can sana da darılır.
Anlatılmaz ki bu hayat tadılır.
Sığmaz ki kalıba saçılır.
Neylersen neyle bu can sana da kırılır.

23 Ekim 2011 Pazar

Van’da Bir Acı


Büyük acıların olduğu bu günlerde bir büyük acıda Van’dan geldi yüreklerimize. Van gibi bizde sarsıldık bu haberlerle ve yıkılan binalar gibi yıkıldı kaybettikleriyle aciz bedenler. Sayısı yok gidenlerin, hayatını kaybedenlerin. Pek de duyan yok yolun ortasında oturup, annemi kurtarın diye ağlayan küçük kızı. Herkes aynı panik de herkes aynı korku içerisinde. “Annem sağ mı, babam çıktı mı, evladım kurtuldu mu” gibi sorularla etraf. Uzaktan seyredenler yani bizler. O sesleri o soruları duydukça içimizin titrediği anlar nasılda masumlaşıyor yüreklerimiz. Bir an gözlerimiz doluyor, kendimizi onların yerlerine koyuyoruz, üzülüyoruz, acıyı yaşıyoruz ama ateş yine düştüğü yeri yakıyor.
Ağlama demek mümkün mü koca adama, eşini, çocuğunu, yuvasını kaybetmiş mümkün mü sakin ol demek? Nasılda sızlıyor yüreği, anlamak mümkün mü? Allah yardımcın olsun amca, teyze, yenge, dayı, dede, nine, kardeş. Allah yardımcın olsun bir daha.

23.10.2011

72. Koğuş


72. Koğuş, bir Orhan Kemal yapıtı. Mapus hayatı anlayacağınız. Başrollerin de Yavuz Bingöl, Hülya Avşar, Kerem Alışık, Songül Öden ve Civan Canova gibi önemli isimler yer alıyor.
Mapusluk, özgür insanlar düşündüğünde ne kadar zorsa orada olanlar için daha da zor. 72. Koğuş eski dönem bir mapusluk hayatı. Parası olanın ağa olduğu, ayrı koğuşlarda kaldığı, açlığın, üşümenin ne olduğunu bilmeyen ve aracılara para yedirmekten başka işi olmayanların hayatı. Oysa diğer taraf da açlıktan birbirini yiyebilecek, soğuktan ölmekmek için ne yapacağını şaşıran, üzerlerinde ki bir gömlekle yaşamayı sürdüren bir sefalet. Şans gülerde kumarda kazanırsan bir müddet yaşamanın ne olduğunu anlarsın mapusluk hayatında.

Kadınlarında peşkeş çekilerek ve kendi rızalarıyla yattığı o karanlık odalar var. Çamaşır yıkayıp para kazanarak tok ve üşümeden yaşıyorlar. Yoksa kimsenin kimseye bedava verdiği bir dünya yok. Orası 72. Koğuş şartlar olabildiğince zor.
“İdare eder” bir film diyebilirim.








21 Ekim 2011 Cuma

~ Mecbursun ~


Tut desem de tutma ellerimden
Kayacak biliyorum nefesimden
Gel desem de gelme peşimden
Düşeceksin biliyorum hevesinden
Sev desem de sevme yüreğinden
Gideceksin biliyorum yüreğimden
Ama şunu da unutma prenses;
Tutma desen de ellerinden,
Gelme desen de peşinden,
Sevme desen de yüreğinden
Mecbursun hayallerimde yaşamaya.

~ Anne ~

yaşamayı seviyorum anne
benide götürsene bakkala, fırına
yaşamayı seviyorum anne
benide götürsene çarşıya, pazara

yaşamayı seviyorum ya anne! sende biliyorsun..
ben, o kızıda seviyorum anne!
hani geçen pazarda elma satıyordu.  
hatırladın mı? ben elmayı da seviyorum anne.

bugün, bugünde gidelim mi pazara anne?
elma almaya, yürek çalmaya..
gidelim mi anne? 
elma almaya...

hani olurda oda beni görür ya
elma ister misiniz diye sorar
alırız dimi anne..
alırız dimi.

belki, belki oda sever anne
gidelim, gidelim hadi.
almasak da gidelim
çalmasak da gidelim, anne!

19 Ekim 2011 Çarşamba

Amacı olmayan gemiye hiçbir rüzgâr yardım etmez.


“Ne amacı var bunu yapmanın” dediğimiz çoktur hayatta. Hep sızlanarak yapmışızdır amacını bilmediğimiz eylemleri, işleri, dersleri. Belki de en büyük sorunumuz buydu bizim, ne işe yaradığını bilmeden bir şeylere sürükleniyor olmamız. Başarısızlığın sebebi de buydu belki de amacı olmayan şeyler peşinde koşmak, koşuşturmak.
Güzel bir söz var aslında amacın önemini anlatan; Amacı olmayan gemiye hiçbir rüzgâr yardım etmez. Ne de güzel açıklamış aslında. Yardım, muhtaçlığa el uzatmak. Gemi için rüzgâr ulaşımın ilacı olmasa da onun destekçisi.
Hayat planlamamızda tabi böyle bir planlamamız varsa mutlaka bir amacımız vardır. Çünkü insanlar varmak istedikleri yer için planlar, fikirler ve çözümler oluşturur. Varmak istediğimiz yer bizim amacımızdır ve bunun için hayatta bazı şeylere gereksinim duyarız. Örneğin; öğretmen olmak için iyi bir eğitim almaya ve istekli olmaya mecbur gibiyizdir. Aslında değilizdir belki ilgi ve yeteneklerimiz bizi istediğimiz yere zaten götürecektir ama düşünsenize bir, okul yaşamınızda sizi öğretmenlik mesleğini sevdiren ve bunu iş olmaktan öte hale getiren bir insan. Size öğretmenliği sevdiren davranışlar sergileyen bir rehber. Belki sırf o insanı tanıdığınız için öğretmen olmak isteyeceksindir. Belki de çok kötü öğretmenlerle eğitim sürecinde buluşacaksınızdır ve sırf onlara inat olsun diye öğretmen olmak isteyeceksinizdir hem de iyi bir öğretmen olmak isteyeceksinizdir. Eminim ki şunun da farkına varmayacaksınızdır; size amaçlarınız doğrultusunda kaderinizin yardımcı olduğunun.
Rotası belli olmayan kaptana, gideceği yeri olmayan gemiye el uzatmak o elide batırmaktır. O yüzdendir ki, amacı olmayan gemiye hiçbir rüzgâr yardım etmez. Anlayacağınız yardım istemek için yüzünüz olmalı pardon, amacınız olmalı.


"Amacı olmayan gemiye hiçbir rüzgâr yardım etmez."   Montaigne

~ Bu Yazgı ~


Çok oldu birinin elini tutmayalı.
Hani mekân olurdu ağaçlar
Şakıyan kanatlara.
Hatırlar mısın seninle kulak kesildim
Bu yazgıya..
Bir de sen gidince ya dettim
Bu senli sarhoşluğa.


Ne kadar uzaktır bilinmez mesafeler
Akıl seninle yürek seninle
Kilometreler girmiş, yar kiminle…
Denizlere kucak açar gibi yüreğim sana
Sen kuru toprağın bağrında…


Uçan yel gibi, kaçan sel gibi
Oturdum başında, kırk yıllık bir çınar gibi.
Sen yağmura hasret ben yazgıya.
Kavuşur mu bir ruh bir beden bu bahara?

Sen iki damlaya ben tutkal bir yaraya
Muhtaç’ız ikimizde bu bahara.
Sen, sonbaharda yağmura
Ben, ilkbaharda yaprağa
Hasretiz ikimizde bu çağlayana.
Güneşin vedası revansa sana
Irmak olmuş gözlerim kıskanır yağmura.
Üşütürsün diye titrerken toprağa
Damla damla akıyorum, ben o yaprağa.